29 Mart 2012 Perşembe

Oğuz Atay- korkuyu beklerken/ babama mektup

Fakat -bu söylediğim gerçekten gerçek babacığım- ben bütün bunları düşündüğüm halde yerimi bulamadım. Beni daha iyi yetiştirseydin, mesela ne bileyim yabancı ülkelere filan gönderseydin, bugünkünden daha esaslı olmasam da, kendimi ifade ve eşya ile münasebetimi tayin ve kainattaki yerimi tespit gibi hususlarda daha becerikli olurdum.


Bense küçük hırslar yüzünden bocalıyorum; senin deyiminle ‘iki cami arasında beynamaz’ ya da senden önce senin gibi rahmetli, olan Numan Beyin deyimiyle ‘güreş, güreş, Hacı Muhammed altta’ bir durumdayım. ‘Tedrici inhitat’ oluyorum senin anlayacağın.


Birlikte yaşadığımız günlerde, bütün beğenilerim sana karşı duyduğum tepkilerle oluştu. Sen klasik Türk müziğini ‘goygoyculuk’ olarak niteledin; batı müziğine tepkini de sadece, ‘kapat şunu’ biçiminde gösterdiğin için ben, her ikisini de sevmeyi görev saydım kendime. 


‘İstediğim gibi yaşamak’ diyebileceğimiz bir işim çıktığı için evden, kendi evimden ayrılmıştım.


Acaba senin de bilinç altın var mıydı babacığım? Bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle şeyler icad edilmemişti. Sanki Osmanlıların böyle huyları yoktu gibi geliyor bana. senin fesli ve redingotlu resimlerini gözümün önüne getiriyorum da, bu görüntüyle ‘varoluşçu bir bunalımı’ yanyana düşünemiyorum doğrusu.


İşte ben de yalnızsam, yalnızlığımı bilmek için çoğu zaman -sabit nazarlarla boşluğa baktığım zaman- bu kerpiç evi gittikçe daha ciddi bir biçimde düşünüyorum. Ben bu asık suratlı aydınlara hiç benzemiyorum babacığım; onlara karşıyım ve senin içtenliğinden yanayım. Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum. Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: yani ben de sonunda senin gibi ölecek miyim?



28 Mart 2012 Çarşamba

bazen, aklıma gelirsin, zaman ayları değil yılları kovarken kapıdan
o zaman anlarım ki gerçekten yalnızım, şemsiye açılmaz yerdedir..
sonra geçer, koşuşturmacaya devam kaldığı yerden
şimdi kim bilir ne yapmaktasın, burada  kaçan hangimiz olduk bilmiyorum..
sen nerden kaçacağını biliyorsun hayattaki tek arkadaşım,
hoşçakal...

tekfen filarmoni orkestrası - kemança konçertosu bölüm 2 (largo) 

24 Mart 2012 Cumartesi

"tavuğu sersemken sikecen"
bu cümle, bir insanda nasıl bir etki bırakır. bir cümle kullanıldığı bağlama göre insanı öldürebilir(miş). 
arkadaşım ben yemek yerken bu cümleyi kurdu, öleyazdım. 
yeni işe girmiş olan diğer arkadaşımızın işe girme yemeğini yıyor/ kutluyorduk. aramızda böyle bir gelenek başlatmıştık, ota boka çukurağaya gidiyorduk( ankara emek 8. caddede çok şahane yemekleri olan bir yer, bilen bilir)..
başka başka insanlar girse de eve, genel olarak bok, tantan ve ben edebiyattan sınıf arkadası olarak aynı evdeydık. bok da akademısyen olmustu, benımle aynı gun hem de. kader.. tantan 2 yıldır işsizdi. bir de fizikten anlamayan fizikçimiz var tabi, onu es geçmeyelım. ki o da fizikle pek de alakasını kuramadığım yapı denetimi uzmanı oldu yakın bir zamanda, neyse dağılmasın konu.
benım ve bokun yemeğını birkaç kez yemıstık, fizikten anlamayan fizikçimizinkini de geçenlerde sadece kursu bıtırdıgı ıcın (bahaneye bak) yedik. en son gidişimde de tantanın produktör olmasını kutladık. tam da yemeği löp löp götürürken fizikten anlamayan fizikçimiz en yukarıda yer alan cümleyi kurdu tantan için. 
tavuğu sersemken sikecen dedi. algım kırıldı, gebereyazdım..
daha dur dedı devamında, şimdi de bizi elpasoya götüreceksın ve bayılana kadar içecez senden dedi.
sersem olan tavuğumuz tantan, aguşunu açtı öylece hesabın gelmesini bekledi...

23 Mart 2012 Cuma

ankaradaydım. 3dolu dolu geçen boş gün. boşa gittin 3 günüm, koskocaman 3 gün. geriye kalan birkaç foto ve gibsy kings...



boktan bir ankara dönüşünün en güzel yanı, dönüş aracında yaşadıklarım oluyor. son zamanlarda bu araç tren  olduğundan, hareket kabiliyetine sahip insanların yaşayabileceği durumlarla karşılaşıyorum, mesela doktora için yanına gideceğim hocayla, mını barında karşılaşıyorum trenin.. havadan sudan degıl sadece benden konuşuyoruz falan.. garip durumlar bunlar.. sonra kendisi beni davet ediyor, gelirsen birlikte çalışırız diyor.. ne mutlu ne de mutsuz edıyor bu teklifi benı.. çok teşekkur edıp uzaklasıyorum yanından...
sonra bi kaç foto çekeyim diye çıkarmışken makinayı, arkamda oturan ailenin çocuğu, başörtüsü için roportaj almaya çalışan muhabirin yanına yaklaşıp "nooluyor burda" diye başlayan ve ardından şu şuşekgil geynir bu bu şekgil geynir diye devam eden iletişimsizliğine benzer bir şekilde iletişmeye çalıştı makinamla. siklemedi bile beni adını sorduğumda, zira çektiklerimi ona gösterince bi sikim çekemediğimi anladı ve hızla uzaklaştı yanımdan. bu da böyle bir anımdı, ya da iki anım mıydı? ankara bir anım bile olamadı, sen bu hallere düşecek adam mıydın, sahi sen adam mısın?

çekemediğim fotolar ve çocuk.






16 Mart 2012 Cuma

bazen, bır pırıltı belirir, sonra söner hemen.
alev alamaz, almaz.
bazen bir şarkı yeter,
susarsın bazen, bu durumlarda bir kaç kelime çıksın istersin ağzından,
telefona uzanırsın zira başka her canlı uzaktır sana.
sonra zaten dermanın kalmadığını anlar yatağına uzanırsın,
yalnız,
tek,
bazen kendinden bile arınmış.
ve dinlersin
ve dilenirsin.
Orhan Gencebay- Dilenci
Bugün, aralarında belki de yaşıma yakın yaşı olan bir dolu sınıfa
-ahmaklığı bırakın, adam akıllı okuyun, bir bok okumuyorsunuz, dedim. Allahım günahımı affet.
sonra bunun (edebiyat okumanın) bir iş mi yoksa yaşamlarının bir parçası mı olduğunu düşünmelerini, her iki durumda da eşşekler gibi okumaları gerektiğini, moron gibi baktıklarını, bir sikimle uğraşmadıklarını da söyledim. Allahım affet..
fakat kimse bana bir anadolu üniversitesinde edebiyat okumanın mantığını anlatamaz gibi geliyor. yapacak hiç birşey bulamadıkları halde kitap okumamalarını gördükçe "bi siktirin gidin lutfen" diyesim geliyor, zor tutuyorum. zor tutunuyorum. artık tutunamıyorum. kap doldu, ya da boşaldı.
tahammülsüzlüğün doruklarındayım.
sağlam bir tokat gibi çarpan muhabbetleri özledim..

10 Mart 2012 Cumartesi

Janis'im geldi, yanına bir tutam da Grace Slick

                       

en güzeli. en tatlısı.

                       

keşke orda olaydım dediğim nadir yerler var.















6 Mart 2012 Salı

iki ölüm birden yaşar mı insan,
iki ölüm birden yaşar insan, insan olan bazen yaşar, bazen ölür
ölür insan.
son.



5 Mart 2012 Pazartesi

acı eşiği üzerine

kafamın ortasına balyozla vuracak birini arıyorum, 
kafamın içine balyozla vurur musun? 
gürz de kabulüm. 
ama tek seferde bitir işimi. 
acıt, çok acıt hem de, önemli değil 
ama n'olursun tek seferde bitir..
zira tükendi, üretemiyorum 1 kelime bile,
ve susamıyorum da,
ne desem laf u güzaf

Not: ulan ne acılar var, aslanlar gibi acılarını yaşayanlar var, çok ucuz hissettiriyor kendimi bana öyle insanlar, bir zamanlar ben de öyleydim..

Not2: Bu yazdıklarımı hissetmiyorum, afili cümleler sadece bunlar, beylik laflar hep, keşke adam gibi acı hissedebilsem. adam gibi mutlu olamadık, bari adam gibi üzülelim bir köşemizde. insanları ortak etmeden, "bakın benim de canım acıyor" "bana da piskevit" demeden...
üniversite 3teydim sanırım tanıştığımızda, belki son senemdi hatırlamıyorum. "kaliteli müzik, dinlerken insanda kaliteli duygular uyandıran müziktir" demişti.
öyle.
selam ederim hiç okuyamayacak olsa da.

hatırıma getiren Sade ve Derin'e teşekkürü borç bilirim.

küfür içerir.

senin neyine ulan sevmek, değer vermek..
o değil de ben hakikaten yorulmuşum, oyun oynayamayacak kadar, kimseye ve hiçbir harekete eyvallahım kalmamış, farkettim,
"yaşa ve öl" diyordu bir filmde. yaşıyor ve ölüyorum her siktiğimin saatinde.
daha da bu hayatıma biri giremez.
daha da gönül işlerine bulaşanı siksinler.
velhasılı kelam
bir bok olmaz bizden.

Not: bu yazı dün yazılmış olup, 1 gün demlendirildikten sonra hala aynı hissedildiği için yayınlanmıştır..